KARAKOYUNLU - Anasayfa
  - Arşiv
     - Haberler, (Haberler)
AVRUPADA GÜZEL BİR ŞİİR GECESİ....
1932 defa okundu,

AZERBAYCAN YÜREĞİMDE BİR ŞAHDAMARDIR

                                                                                Orhan Aras

Gece. Akşamdan beri durmadan yağmur yağıyor, her yer ıpıslak.Karşıdan gelen arabaların farlarından fışkıran ışıklar yağmur damlalarıyla birlikte havada dans ediyorlar sanki. Herkes suskun ve uykulu.Anar bey en önde sessizce oturmuş hayallere dalmış, belki de uyuyor. Avrupa’ nın başşehri Brüksel’ den Almanya’ ya dönüyoruz. Saat gecenin ikisi... Kalabalık, şiir dolu, hasret dolu, Azerbaycan ve Türkiye dolu bir gecenin ardından yorgun ve dolu doluyuz.Etrafımdaki insanlar yürek insanları, kalem ve ilim insanları...Üşenmeden, yorulmadan kalkıp 2 bin kilometre ötelerden, Türkiye’ den buralara kadar ses bayrağımızı, dilimizi dalgalandırmya gelmişler. Aklıma bir gün önceki Köln’ de geçirdiğimiz toplantı geliyor.Nigar Refibeyli’ nin şiirinden bestelenmiş bir türkü okuyan sanatçımız Ahmet Baydaroğlu, Anar bey ve bana bakarak  Kanımız, canımız, yüreğimiz, destanımız bir,dilimiz, türkülerimiz, ninnilerimiz bir, bizi kim ayırabilir birbirimizden,“ diye bağıryor ve bütün salondakilar ayağa kalkarak bu sözleri hararetle alkışlıyorlar. O anda kapkara saçları omuzlarına kadar dökülmüş gencecik bir kız koşarak sahnedeki kürsünün önüne ipekli bir Azerbaycan bayrağı koyuyor.Sonra Türk dünyasının en iyi şairlerinden biri, Yavuz Bülent Bakiler çıkıyor kürsüye ve başlıyor o duygulu sesi ile Azerbaycanı anlatmaya...

“Kuşluk vaktine kadar geceler boyu

Savrularak okuduğum yine Şehriyar

Ala ceylanlara benzer hep Azeri türküler

Dinlediğim tar!“

Ses dalga dalga salona, salondaki insanların kulaklarına, yüreklerine oradan dünyanın her yerine ulaşıyor...’Dinlediğim tarrrr...’ Aklıma gencecik şehid Mikail Müşfig ve onun ‘Oku tar şiiri’ geliyor.  “Oku tar, oku tar, seni kim unudar!”

Keşke Müşfig burada olabilseydi! Keşke herhangi bir şekilde ona, “Bak Müşfig, o zalimler, o alçaklar tarihin çöplüğünde yitip gittiler ama ne senin halkın ne de tarın unutulmadı işte! Avrupa’ nın ortasında bir gece vakti gökyüzüne akıp giden bu sesin içinde senin halkının sesi, senin halkının yüreği, senin halkının dili ve senin tarın var! Boşuna ölmedin yüreği yaralı şairim,“ diyebilseydim!

Karanlıkların içinden, yaralı bir ceylanın sesi gibi inildeyen, coşan ‘Türkistan Türkistan’ kitabının yazarı Yavuz Bülent Bakiler’ in sesi ruhlarımızı esir alıyor.

Ayrılmaz başımdan bırakmaz beni artık

Selamsız sabahsız bir efkar

Ve yüreğim bin yıllık destanlarla tutuşur

Büyür Azerbaycan kadar!“

„Büyür Azerbaycan kadar...’ Büyür Azerbaycan  kadar...’ Karabağı’ yla, Tebriz’ iyle büyüyen , gelişen, insanlarını mutlu eden, bayrağını her yerde gururla dalgalandıran bir Azerbaycan haritası açılıyor önümde... İnsanlarımız bu mutluluğu ne zaman tadacaklar Allahım? Bu gurbet akşamında yüreğim öyle tutuşmuş,öyle dolu , öyle bir yangın yeri ki, sanki yalnızım, sanki bir çöldeyim, sanki kaybolmuşum, sanki yetimim... O sesle uykum dağılıyor, kendime geliyorum, yüreğim genişliyor.
„Azerbaycan,

Dedem Korkut şafağı

Mübarek dilimi süt gibi sağar

Bazen rüzgar olur iliklerimde

Bazen yağmur gibi üstüme yağar!“

Varsın yağsın yağmurlar.Essin rüzgar. Gece karardıkça kararsın. Yol uzadıkça uzasın. Gözlerim yoruldukça yorulsun. Ne önemi var? Gurbette olsa, yaban da olsa ne önemi var? Ben burdayım ya! Ben yurdumla, dilimle, şiirlerimle, duygularımla burada, gecenin bu vaktinda halkımı düşünüyorum ya, bu yeter bana. Gözlerimi açıp tekrar dışarıya bakıyorum.

Almanya sınırına daha çok var. Yağmur daha hızlı yağmaya başlıyor. Gözlerim etrafa bakmaktan yorgun ama mutluyum. Çünkü Yavuz Bülent Bakiler aha şurada, seslensem duyabilecek bir yakınlıkta duruyor ve biliyorum ki Azerbaycan’ ı, Türkistan’ ı düşünüyor:

Götür beni Aras, al beni Hazar

Oğuz'u Oğuz’dan başka kim anlar?

Yaram derin, merhemim yok, vaktim dar

Bir destan yazar gibi yaz beni Anar

Duy beni Bahtiyar !

Duy beni Şahmar !”

Bahtiyar Vahapzade’ ler , Şahmar’lar onu duymasalar da onların yerine ben ve Anar bey bunları duyuyor ve seviniyorduk.

Brüksel’ e öğle vakti varmıştık. Günlerden pazardı ve bakımlı, düzgün yollar kalabalık değildi.Önce bir Türk restorantına gitmiş yemek yemiştik.Daha restorandayken Brüksel’ deki Iğdır’ lı kardeşlerimizin selamlarını almıştık. Hollanda’ da Azerbaycan’ ınımızı layıkıyla temsil eden İlhan Aşkın gibi Belçika’ da da bayrağımızı dalgalandıran Ayhan Demirci adında yiğit bir kardeşimiz vardı ve yıllardan beridir orda Azerbaycan’ la ilgili her türlü faaliyetin içindeydi. O, geleceğimizi bildiği için bizi karşılayan Belçika Türk Dernekleri Birliği Başkanı Rıfat Can ve Ahmet Arıkan’ la bize selamlarını iletmişti. Rifat Can ve arkadaşları yıllardan beridir Belçika’ da kültürümüzü tanıtma adına büyük işler yapıyorlar. Hepsi bir alperen cesaretinde ve sorumluluğunda çalışıyorlar.

Brüksel güzel bir şehir.Tarihi eserler çok özenle korunmuş.Sokaklarında gezerken baskın dil Fransızca olmasına rağmen farklı diller duymak da mümkün.Bu sıralar siyasi olarak pek rahat değil. Kral olmazsa Belçika’ nın her an ikiye bölüneceği söyleniyor. Buna rağmen her yerde tam bir barış havası hakim.

Yemekten sonra Belçika Kralı’ nın sarayının önüne gidiyoruz. Sarayın bahçesindeki heykellerin dışında beni etkiliyen birşey göremiyorum. Saray büyük ama öyle görkemli bir saray değil. Rönesans sitilinde eski, büyük bir bina. Arkadaşlar inip resimler çektiriyorlar.

Ordan da Brüksel’ in sembolü olan Atomimum’ a gidiyoruz. Paris’ deki Eyfel kulesi kadar yüksek ve atom çekirdeklerini simgeleyen demirden bir yapı...O yapının altına bakımlı, geniş bir park yapmışlar ve her yer fotoğraf çektiren turistlerle dolu. Kalabalıkların arasından güçlükle yol alıyor arabalarla salona doğru gidiyoruz.İçimde yine heyecan var.Yine burada, Avrupa’ nın tam ortasında halkımızın önemli bir aksakalı, değerli bir alimi ile birlikte yurdumuzun sesini duyuracağız.

Geçen zaman üstüne, dökülen kan üstüne,

Kılıç - kalkan üstüne,

Ve ağzı köpüren yeleli atlar üstüne,

Benim bir yeminim var !

Azerbaycan yüreğimde bir şahdamardır!“

Zaman hızla geçiyor, heyecanlarımız artıyor. Salonda birbirinden ilginç insanlar var. İki Belçika miiletvekili hanım, Türk konsolosluğundan bir yetkili, Azerbaycan Kültür Derneği Başkanı Ayhan Demirci, işadamaları, dernek başkanları, gazeteciler… Yıllardan beridir Avrupa’ da ‘Değirmen’ isimli bir dergi çıkaran Celil Gündoğdu, yine sık sık Azerbaycan’ la ilgili haberlere yer veren ‘Yeni Haber’ gazetesinin sahibi Yusuf Cinal hep ordalar ve bizimle Azerbaycan’ ı konuşuyorlar.Anar bey bir Azerbaycan gibi ortada. Türkiye ile Azerbaycan arasında son günlerde esen soğuk rüzgarların serinliği ve korkusu buralara kadar ulaşmış. Herkes Anar beyle konuşmak, ona Azerbaycan bayrağını nasıl sevdiklerini anlatmak istiyor. Mustafa Dükan isimli genç bir işadamı izin alarak sahneye çıkıyor ve heyecandan titreyen sesiyle Anar Bey’ e bakarak Arif Nihat Asya’ nın ‘Bayrak’ şiirini okuyor.İçimdeki hasret duyguları sele dönüşüyor, gözlerim doluyor. Bu heyecanı herkes duymalı, herkes bilmeli diye düşünüyorum.Yine kulaklarımda üstad Yavuz Bülent Bakiler’ in o şiirinden mısralar:

Ben Yakup gibiyim uzun yıllardır

Onda Yusuf’umun kokusu vardır

Ve hasreti gönlümde büyük Türkistan kadardır

Ayettir kitabımda bayrağımda rüzgardır

Azerbaycan yüreğimde şahdamardır!’

Herkesin içinde, gözlerinden aynı duygular...Azerbaycan yüreğimizde bir şahdamardır, bir hasrettir, bir dinmez ayrılık, tükenmez gözyaşlarıdır.

Sıram geldiğinde sahneye çıkıp yüreği böyle güzelliklerle ve yurt sevgisi ile dolmuş herkese teşekkür ediyorum. Sonra Karabağ için yazdığım bir şiir okuyorum.Sıra Anar Bey’ e gelince herkes ayağa kalkıp onu alkışlıyor.Tabii ki hem onu ve onun şahsında da Dede Korkut yurdunu, Azerbaycan’ ımızı alkışlıyorlar. Anar bey duygulanıyor , teşekkür ediyor ve „Ben aslında şair değilim, annem de babam da şair idiler. Ben da şair olursam bu ailede çok olur diye şair olmadım ama ‚Şiir Yazmak Bir Hevesdir’ isimli bir şiir kitabım var ondan size bir şiir okumak istiyorum,“ diyor ve kitabından bir şiir okuyor:

Üç renki bayrağın qalxdı

Dirçeldi torpağın qalxdı

Yolun düzdü, işin haqdı

Memleketim Azerbaycan!”

Yollara Azerbaycan için düşmüştük.Yurdumuz, yuvamız, hasretimiz için...Her gidilen yerde sesimizle, nefesizimizle, şiirlerimizle, mesajlarımızla bir bayrak bırakıp geriye dönüyoruz.Saat üçe yaklaşıyor. Almanya’ da Mülheim şehrinde duruyoruz. Anar bey, Yavuz Bülent Bakiler ve diğer arkadaşlar bir kaç saat uyduktan sonra Berlin’ e doğru yola çıkacaklar. Ben evime döneceğim. Arkadaşlarla teker teker görüşüyoruz. Ozan Yusuf Polatoğlu, Zeynep Köşker,  Rasim Köroğlu, Bekir Salim, Suphi Saatçi, düzenlenen geceler için oradan oraya koşturan, zahmet çeken Kapadokya Derneği Başkanı Mümin Uluç, üstad Yavuz Bülent Bakiler... En son Anar Bey’ e yaklaşıyorum. İkimiz de yorgun ve uykuluyuz. Elini sıkıyorum. Herkese selam,” diyorum, “bütün Azerbaycan’ a...” Gülümsüyor. “Aleykum selam,” diyor.Arabama doğru koşarken yağmur daha da şiddetli yağmaya başlıyor ve saçlarım ıpıslak oluyor. Olsun!

Şimdi Azerbaycan'da mevsim bahardır

Türküleri yine,baştanbaşa efkardır

Düşlerime yağan kardır

Boynu bükük bir diyardır

Yardır !

Ağzı  köpüren atlar üstüne yeminim vardır

Azerbaycan yüreğimde bir şahdamardır!“

                                                          Orhan Aras